Posts Tagged ‘ incirlik üssüne ilk sözü veren İsmet İnönü’dür ’

Devlette CHP, sokakta BDP…

Ergenekon ve Balyoz gibi Anıtkabir Tapınak Şövalyesi bürokrat, gazeteci, akademisyen ve sol fraksiyon anarşist militanların kurup yönettiği birçok terör örgütünün politik temsilcisi CHP ile PKK ve KCK gibi insan kasabı terör örgütlerinin kurumsallaştığı BDP’nin ahkâm kestiği bir ülkede başka bir düşmana ihtiyaç yoktur. Onların yanında ABD ve İsrail bile çok daha az tehlikeli, hatta çıkarlarını gözeten akıllı düşman olmalarından daha etkisiz sayılabileceği tartışılmazdır.

Şanlı milletimizi kolonileştirerek batılılaştıran İslam düşmanı masonik CHP’nin Kemalist ideolojisi ile Marksist ve şovenist BDP’nin kesiştiği merkez din karşıtı sekülerizm olup; demokrasi, eşitlik, özgürlük, barış ve kardeşlik politikaları tamamen bir kamuflajdır. Masum addedilen bir öpücüğün bile gayrimeşru bir çocuğu gebe bırakması misali çağdaş laiklerin hunhar düşünceleriyle güçlü Türkiye’yi ne hale getirdiği aşikârdır. Yaratıcı Allah’ın dışlandığı bir anlayışta sosyal devlet ve barış iddiasının inandırıcılığı olabilir mi?

Din garazlı devrimlerle Allah, peygamber ve vahiy aleyhtarlığını aydınlanmayla ödüllendirerek masonik felsefe doğrultusunda özgürlük adına insanları manipüle edip sömürmeleri, dini ve dindarları ortadan kaldırmaya yönelik en vahşi baskı ve gaddarlıklara girişerek köleye dönüştürme emelleri dikkatle okunamasa da, ırki ya da siyasi ve iradesel özgürlükten kasıtları Allah’a bağlı ve bağımlı olmayacak akli bir düzenin egemen kılınmasıdır. Yoksa kanun ve yasalarla çerçevelenmiş bir devlet idaresinde bireyin özgür olabilmesi söz konusu değildir. Ancak Allah’ın değil insanın hüküm sürdüğü bir devlet anlayışı kulsal özgürlüğü değil kölesel özgürlüğü akılla özdeşleştirme hilesinden benlikler ikna edilmektedir. Dolayısıyla imanın olmadığı bir vicdandan hak, adalet ve merhamet beklenemeyeceğinden; bunca haksızlık, adaletsizlik ve kötülükler çıkara dayandırılarak meşru sayılmaktadır.

Aslında burjuvazimle sosyalizmin sözden öte özde hiçbir farkları bulunmayıp, kapitalizm ile sosyalizmin amaçları aynıdır. Kapitalizmin kurucusu Adam Simith ile Sosyalizmin kurucusu Karl Marks, Siyonist felsefeyi güden ve kendilerinden başkasını insan ve iktidar sahibi görmeyen Yahudilerdir. Birbirine fevkalade zıt ve farklı ideolojileri barındırsalar da gizli bir biraderlik bağıyla masonik düşüncede birleşerek, karanlıkların kökeni olan seküler (laik) düzenin sınıfsal mahirleridirler.

Türkiye’deki gibi kimi Katolik ve Protestan toplumlarda sosyalizm, seküler değildir. Örneğin ABD’de dini kurumla solcu kanatlar birlikte çalışır ve sol, kürtajın yasağına dini gerekçelerden dolayı karşı çıkar. Ne yazık ki Türkiye’de sosyal adalete odaklı solcuların tamamı din düşmanı ateist olup, Mutlak İrade’ye teslim olmuş Müslümanlara hiçbir yaşam hakkı tanımak istemezler.    

Hiçbir yaratığın asla ulaşamayacağı “demokrasi ve özgürlük” ütopilerine insanların itibar ederek sömürücülere yem olmaları benliksel bir kışkırtma olup, devlet otoritesinin hâkimiyetinde hiç kimsenin demokrasi ve özgürlük gibi bağımsız bir hürriyete kavuşamadığı açıktır. Ama toplumlar, muhakeme edemediklerinden sömürgecilerin basamağı olmayı Yaratıcı’larına kulluktan daha izzetli saymakta, bir gün sıranın kendilerine gelebileceği umuduyla terfilerini bekleyip altlarını çiğneyecekleri anı kollamaktadırlar. Sonuçta insanı egemen kılan laik düşünce temelinde kıdeme göre herkesin birbirini düzdüğü çark dönmektedir.

Yaratıktan beslenen her türlü düşünce ve ideoloji; şeytanında yaratık olmasından bir felakettir. Vahiyle açıklanan dünyayı, Allah’ın Etkin Aklına müracaat etmeksizin yorumlayabilmek mümkün değildir. İnsanlık onur ve şerefini doğrayan köleliği akıl ve mantık fenomenlerince makyajlayarak ustalıkla gizlemeyi başaran materyalistler; tıpkı şeytanın nefse hitap edip insanı baştan çıkarması misali aklı ve duyguyu kilitleyip muhakemeyi bertaraf etmektedirler.

Yaratıcı’ya iman edip dinini rehber edinen bir müminin dünyevi hırslarına tabi olabilmesi, iradesel akıl savının bir iflasıdır. Müminin böylesi korkunç bir çelişki yaşamasını güden etki, kendini dünyadan ibaret sanan laiklere özenmeleri ve dizginleyemedikleri benliklerini yanlışta yarıştırmalarıdır.

Dünyevileşme adına her türlü uhrevi düşünceleri toptan reddeden ve ucube bir düzen olan sekülerizmi ilke edinen CHP, devlet ve eğitimdeki diktatörlüğüyle Müslüman Türkiye’yi güçsüzlüğe ve manda altına mahkûm kılarak mahvı perişan etmiş, Müslüman olduğundan utanan nesilleri dolaylı yollardan putperestliğe dönüştürecek materyalist bir batı hayranlığını oluşturmuştur.  

Halk nezdinde kabul görmeyen solcuların yani CHP’nin bilimsel açıdan saygınlık kazanması halkın cehaletle ve ‘göbeğini kaşıyan adamlar’ olarak aşağılanmasına neden olmuştur. Çünkü halk Müslüman’dır ve seküler çağdaşlık manipülasyonlarına kapalıdır.

CHP ya da BDP de yöneticilerin kim olduğu önemsenmemeli; ilkelerine göre yargıya gidilmelidir. Onlar, tıpkı Pulitzer ödüllü ünlü fotoğrafçı laik Kevin Carter’ın açlık ve susuzluktan çölde sürünen çocuğun başında parçalaması için bekleyen akbabayı fotoğraflayıp çocuğa yardım etmemesi misali, menfaatleri olmaksızın aynı düşünce ve duyguya sahiptirler. Onun için yoksula yardım, zekât ve sadakaya karşı çıkar ve sözde insanlık onuru adına çalışmakla kazanmayı şart koşarlar. İnsani duyguları körleşen kişilikleri, hayatlarını maddiyat üzerine kurmuş egoist olmalarından menfaatleri için değil vatan ve halklarını, eşlerini ve babalarını dahi satmakta tereddüt etmemektedirler. Dinsizliği ve namussuzluğu savunarak sadece zenginleşmeyi ilke edinmeleri, nasıl merhametten ve insanlıktan yoksun olduklarını ortaya koymaktadır. Dikkatle irdelendiklerinde içten pazarlıklı, yalancı, sinsi ve gizli düşman oldukları tartışmasızdır.

Bugün İncirlik’teki nükleer bombaların hesabını hükümete soran CHP, neden incirlik hava üssünün yönetim ve denetiminden sorumlu Genelkurmay’a dokunamıyor? Genelkurmay’ın rızası olmadan hükümetin adım atabilmesi mümkün müdür?

ABD’ye bağımsız Türkiye’nin anahtarlarını teslim eden kendileri değil mi? İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanı olduğu 1948’de ABD’den Marshall yardımı alarak, Türkiye’yi manda altına sokan kendileri değil midir? 1 Nisan 1946’da ABD’nin Missouri Zırhlısını İstanbul’da ağırlayarak; PTT’ye Missouri hatıra pulu bastıran, Tekel’e Missouri adında sigara ürettirerek piyasaya çıkartan, gazetelerin bütün sayfalarına Missouri’ye övgü düzdüren,  Karaköy’den Beşiktaş’a kadar bütün evleri aynı renge boyattıran, Taksim meydanında ampullerden kocaman bir Missouri maketi yaptırtan, camilerin minarelerine İngilizce “Well Come Missuiri” yazdırarak mahyaları astırtan İsmet İnönü değil miydi? Emperyalist savaş gemisinin işgalci komutanları ve ABD Başkanının özel temsilcisi Alexander Weddel’i Dolmabahçe Sarayında ağırlattıran ve onurlarına büyük bir ziyafet düzenlettiren İsmet İnönü değil miydi? Dolmabahçe önüne demirleyen savaş gemisini ve ABD askerlerini çiçeklerle karşılayan ve bayrama dönüştüren CHP’liler değil miydi? Özel temsilcinin Ankara’ya gidip İsmet İnönü ile görüşmesi akabinde İncirlik üssü başta olmak üzere daha fazla sayıda Amerikan askeri, uzmanı ve personelinin Türkiye’ye gelmesi için anlaşma yapan İsmet İnönü değil miydi?

Türk Bayrağına ve Atatürk’e hakaret eden, Türk kadınların ırzına geçen, kaçakçılık, cinayet ve esrar satma gibi birçok suç işledikleri halde ceza almayan ve Türk polislerince müdahale edilmesi engellenen o Amerikalı askerler değil miydi? 6. Filoyu protesto edip ABD’ye başkaldıran devrimci sol örgüt; neden İsmet İnönü’nün liderliğindeki ABD mandalığına, Marshall yardımlarına ve Missouri zırhlısına aynı direnişte bulunmayıp bilakis sevinç gösterileriyle kutladılar? Türkiye’yi ABD’ye ilk teslim eden devrimci ve darbeci CHP, bugün övünçle bağrına bastıkları solcu Deniz Gezmiş gibi soyguncu teröristleri idam eden de CHP’li darbeciler değil miydi? Sevsinler CHP’yi, laik cuntacıları!

Sözde emperyalizm ve ABD karşıtlığıyla devrim abidesi haline getirilen halk düşmanı terörist Deniz Gezmiş ve arkadaşları, 1971’de dört ABD’li askeri Tuslog Tesisleri’nden kaçırıp daha sonra serbest bırakırlarken, Türk polisine acımadan kurşun sıkabilmişlerdir. Solcuların ezelden beri Müslüman Türk polisine hasım olmaları, güncel olan üniversitelerdeki devrimci öğrenci çetelerine sahip çıkmalarıyla hiç değişmemiştir.

Yaratık insanın ‘kurtarıcı’ olabildiği bir laik anlayışında CHP Genel Başkanı Kemal Kılılçadoğlu’nun parti kongresinde; Benim adım Recep Tayyip Erdoğan değil, Kemal Kılıçdaroğlu, parayı bulacağım diyorsam, ben parayı bulurum” ifadeleri, apaçık bir tanrısal haykırış olup, “Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece “Ol!” der ve hemen olur” kudretinde kendini gören ya bir tanrı, ya bir mehdi, ya vatanı pazarlamış bir hain, ya narsisitik ya da manik depresif bozukluğu geçiren megaloman bir delidir.

Büyük kurtarıcısı yani tanrısı olan Atatürk’ün varisi olduğunun altını çizerek “Kemal” olan adını sürekli vurgulaması, yeni bir kurtarıcı olduğuna işaret etmektedir. Öyle ki “işçi Kemal, memur Kemal” yaklaşımındaki tanrısal yaptırım, bundan böyle adı Kemal olan işçi ve memurlara merkez bankası kasaları dâhil olmak üzere tüm kapıların açık olma mecburiyetini ortaya koymaktadır ki, adı Kemal olanın ekonomik ve sosyal statüsüne ve sabıkasına bakılmaksızın sözüne tanrısal olarak inanılması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Böylesi bir zırdeliye inanarak ardına düşenleri tedavi edebilecek ne bir tıp ne bir peygamber ne de bir tımarhane bulunmaktadır. Kemal Kılıçdaroğlu bir tanrı mı, yoksa ıslah edilmez bir deli midir?

Hele de kurtarıcı olarak yaratıcıları Allah’a iman etmiş Müslümanların deli birini güvenecek olması, apaçık bir kıyamet alametidir. Ayrıca Türk milletinin deliliği aşikâr olan birinin arkasına takılabileceğine ihtimal veremiyorum. Topyekûn kıyametsi bir yıkımın parçası olmak ya da intihar etmek isteniyorsa; CHP çatısı altında birleşilsin. Vay Kemal’e kulluk edenlerin haline…    

İblis hastalığına tutulmuş kişi, her ne kadar bazen kendini mütevazı görür, öyle gösterirse de sen dibinde pislik bulunan bir derenin suyunun saf görünüşüne aldanma…” Mevlana

CHP varolduğundan beri diktatörlüğün, dinsizliğin, baskıların, acıların, gözyaşların, ağıtların, şiddetin, yasakların, yokluğun, esaretin, kayırmacılığın, ayırımcılığın, katliamların, ihanetin, kumpasçılığın ve fukaralığın partisidir. Deli Kemal’in ifade ettiği gibi demokrasinin, özgürlüğün, emeğin ve hoşgörünün bir partisi asla olmamış ve hiçbir iktidar döneminde milleti kucaklamamıştır. Şeytan, satanistlerin nasıl umudu ise; CHP’de vurguncuların, teröristlerin, darbecilerin, dinsizlerin ve namussuzların bir umududur. Egemenlik kayıtsız-şartsız milletin değil CHP diktatörlüğünün olmuş ve hala o sancılar çekilmektedir. Anayasada ki değişmez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez diktatörlük ilkeleri yanaşanı yakmakta ve seçimle başa gelen hükümetler halkın iktidarını egemen kılamamaktadır.

Genleriyle oynanamayan şeytanın kötülükleri nasıl engellenemiyorsa, CHP’nin de genleriyle oynanmamasından insanlık veya halk yararına bir fayda beklemek, tıpkı kırık bacağı tedavi edilen ölünün tekrar yürüyebileceğini sanmaktan farksızdır.     

CHP ilkelerinin egemen olduğu seküler bir düzende; erkekler siyasette muktedir mi ki kadın sömürüsü yaparak kadına seçme ve seçilme hakkı verdikleriyle övünerek gurur duyabiliyorlar. Kadının dininden dolayı eğitimi ve çalışmasını yasaklayanlar, meclisten kovanlar, kamu sınırlaması getirenler, çağdışılıkla aşağılayanlar, cinsellik ve iffetlerini muhafaza etmelerinden dışlayanlar; nasıl bir kadın saygısından, özgürlüğünden ve siyasetinden bahsedebilmektedir? Kadına verdikleri tek şey; zina yapmaları, şehvetleri giderici meraya dönüştürmeleri, genelevlerde çalıştırmaları, gayrimeşru ilişkileri yasalaştırmaları, teşhir ettirerek tatminlerini sağlamaları, seks objesine çevirmeleri, uygar seks kölesi olma özgürlüğüyle serbesti kazandırmalarıdır. Yoksa kadınların onlar için hiçbir değeri yoktur. Madem kadının siyasette egemen olmasında bu kadar ısrarlı; neden genel başkanlık koltuğunu bir kadına terk etmiyor?     

İmanı küfre tercih eden baban bile olsa…” başlıklı yazım dikkatle irdelendiğinde, Allah, baba ve kardeşi veli ve dost edinmemesini emrederken, kadına yani anaya hiçbir ithafta bulunmamakta, velev ki küfrü imana tercih etse ya da kötü yola düşse bile yüz çevrilmemesini buyurmaktadır. Acaba kadına gerekli önemi ve saygıyı gösteren Allah mı, yoksa deli Kemal’in CHP’si mi?

Kadınların okuma-yazma bilmediğinden ve suçlunun da iktidarda bulunanların olduğunu açıklayan deli Kemal; neden CHP’nin harf inkılâbıyla sadece kadınları değil tüm milleti cahil bıraktıklarını, yıllarca sürdürdükleri tek parti diktatörlüğünde hiçbir altyapı hazırlamayıp eğitimi yurt geneline yaymadıklarından okuma-yazma oranının düşük olduğunu itiraf etmiyor? Attıkları ihanetsi temel, aradan 87 yıl geçmesine rağmen hala düzeltilemiyorsa; suçlu kimdir? 600 yıllık lisan bir günde değiştirilerek yasaklanırsa; o milletin eğitim ve kültür düzeyi çukur olur. Dünyada tek bir ülke gösterilebilir mi ki batılılaşma adına alfabesini değiştirip tüm milletini cahil bırakmış olsun… “Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince diğerleri de yanlış gider.” C.Bruno

Bilgi, ilim, kültür ve sanatlarıyla dünyaya gıpta ettiren Türk milleti, bir anda cehalet bataklığına saplatılıp ana dili yasaklanmışken; BDP adlı terörist bir organizasyonun tamamen art niyetle dil özgürlüğünden dem vurarak iki dili dayatması, şüphesiz haçlı batı’nın bir kışkırtmasıdır. Lisanları Allah yarattığından resmiyetteki serbestliğine hiçbir itirazım yoktur. Ancak böyle bir hak kendilerine sağlandığında benim de ata dilim olan Osmanlıcayı talep etme hakkımın doğabileceği unutulmamalıdır.

İstiklal adına canlarını feda etmiş binlerce şehidin geriye bıraktıkları dul ve yetimlerin haklarını gasp eden CHP’nin kul hakkından fütursuzca bahsedebilmesi, şüphesiz yığınlaşmış kitlelerin duyarsızlığındandır. Madem kul hakkını bu kadar önemsiyorlar; neden İş Bankasındaki hisselerini sahiplerine iade etmiyorlar?  

Bugüne kadar üniversiteleri lojistik dayanak yaparak din aleyhtarı anarşi yuvalarına dönüştüren CHP, bilim üretilmesine fırsat vermediğinden sadece içeride değil dışarıda da saygınlık kazandırmamıştır. Laiklik ve Atatürkçülük adına halkına zulümsel her türlü baskı ve yasağı uygulayarak bilimi de ideolojileştirmesi karalığı aydınlık zanneden yarasalar misali Müslüman halkıyla savaşmasına yol açmıştır. Halkını güve gören CHP, tıpkı yarasaların güvelerle savaşma benzeri İslam’a inanmış halkını av mantığıyla kovalayarak ezmiştir. Diktatörlük kapılarını tek tek yitiren CHP, umudu kalan üniversitelerdeki devrimci öğrencileri provoke ederek hükümete ve halka karşı bileylemekte, öğrenci manipülasyonuyla meydana gelen tüm başkaldırı ve gerginliklerin tetikleyicidirler.

Halkını tepelemeye ant içmiş, isyanın ve terörün elebaşı subaylara sahip çıkarlarken, milletin huzur ve güvenliği lehine görev yapan polis teşkilatına düşman kesilmekte, yandaş öğrencilerin polise saldırısını masum göstererek, polisin müdahalesini barbarlıkla niteleyebilmektedirler.

Deli Kemal’in ifade ettiği gibi minarelerdeki ezanın okunması yüce kurtarıcısı ve CHP kurucusu Atatürk’ün bir lütfü değildir. Prensiplerini gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmadığını ve ilhamını gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan aldığını açıkça beyan eden Atatürk’ün reddettiği dinin ezanına izin verebilmesi mümkün müdür? Önce ezanı Latinleştirip sonra topyekûn kaldırmayı düşünen CHP, Müslüman Halkın şiddet ve celalinden ürkmelerinden dolayı ezanı kaldırma cesareti gösterememişlerdir. Ne var ki ezanın hoparlörden okunması kendilerini fevkalade rahatsız etmektedir.

Sonuç olarak; Kemal Kılıçdaroğlu’nu tanrı kabul edenler CHP çatısı altında birleşsinler, bir deli olduğunu düşünenler ise nasıl bir felaketle karşı karşıya oldukları tedirginliğiyle gelebilecek feşlaket taş, toprak ve hayvan olmak üzere herkese anlatıp, Yaratıcı Allah’a sığınsınlar…  

“Devlette olduğu gibi insanda da en kötü hastalık, kafadan başlayandır. Pliny 

 “Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit ‘Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!’ derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler.” Bakara 13

http://mehmetalisadoglu.blogspot.com/