Temmuz 2018 için arşiv

Ne kadar hoş görünmeye çalışılsa da…

Asla razı olmazlar!

Her ne kadar siyaset arenasında egemenliklerini kabul edip laik ve demokrat arzularına uyulsa da Müslüman olunmasından dolayı sindirebilmeleri mümkün değildir.

Öyle ki, gerek IŞİD gerek El Kaide gerekse başka cihad ehline düşman olunması, savaşılması, dışlanılması, aynı üslupların kullanılması, cihada karşı kurulan koalisyona katılması dahi yaranmaya yeterli değildir.

Menfaate dayalı ilişkiler ancak bir yere kadardır; o da din kuvveti ile birlikte kırılmaya mahkûmdur.  Dolayısıyla Müslüman ile gayrimüslimlerin devlet arası müttefiklikleri kesinlikle söz konusu değildir.

Kur’an’ı Kerim kendileri için öyle bir tehlike ve tehdittir ki, elde edecekleri diplomatik çıkarları dahi umursamamalarına neden olmakta; dolayısıyla din gerçeği maskelerini düşürmektedir.

Amaçları Müslümanları Kur’an’dan vazgeçirmek olup, laiklik ve demokrasi manipülasyonuyla ayetleri eğip büktürmek ya da inkâr ettirmek suretiyle kendilerine uydurmaktır.

Dinlerine uyulmadıkça hıristiyan ve yahudilerin Müslümanlardan razı olmayacakları yaratıcı Allah tarafından açıkça bildirilmiş ise, Allah’tan daha mı iyi bilinmektedir ki, doğruya, huzura, güvene, refaha ve iyiye kavuşulabileceği sanılmaktadır?  

Allah’ın dinini yeryüzünde hâkim kılabilmek amacıyla indirdiği hükümleri anayasa yapabilmek için cihad eylemini şer gören haçlı-siyonist’lerle birlik olmak, onlardan olmak değil midir?

Haydi, Müslümanları öldürdükleri gerekçesiyle karşı çıkıldığını varsayarsak, ABD, Rusya, AB ve diğer haçlı-siyonistler Müslümanları kadın-çocuk demeden katletmiyorlar mı? Ki, cihad ehli,  Müslümanları değil, Müslüman maskeli münafıkları cezalandırıyor!

Haçlı-siyonist’lerin kendi egemenlikleri veya demokrasi uğruna yaptıkları savaşları meşru kabul edilip de; Allah adına yapılan cihadların gayrimeşru ya da terör sayılabilmesi hâkimiyetin beşerde olduğu inancını kanıtlayan bir şirk değil midir?  

Hıristiyan ve yahudileri, Allah’tan üstün güç görürce yaptırım sahibi yaparak arzularına uymak ya da takiyye ile gizlenmek, saklanmak veya korunmak amaçlı tehlikeden arınabilme düşüncesi de bir ortak koşmadır. Musibetleri yaratan da, kayıran da, dilediğine zarar verip dilediğini koruyan da, kaderi yazan da Allah değil midir?  

Onlarla girişilen dostluk ilişkileri ve elde edilen kazanımların nasıl yanıltıcı oldukları dönüşün Allah’a olmasıyla kanıtlıdır. Allah’tan daha kuvvetli bir mutlaklık ne hıristiyan ne yahudi ne de başka bir beşeri güçte bulunmadığı aşikârken; ayetleri satacak ve ahireti dünyaya peşkeş çekebilecek kazanım ne olabilir?

Sonuçta dünya, içindekiler, kıymet biçilmez eserler, fikirler yok olacağına göre; geri kalanın ne olacağı idrak edilebildiğinde; yaratıcı Allah’ın dünya nimetleri gibi az bir bedele satılamayacağı anlaşılacaktır.

Dolayısıyla fani olan değil, baki olan insana lazımdır! Hıristiyanlar, Yahudiler veya diğerleri bakilik verebilir mi?

“Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” Bakara 120

“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez. Maide 51

“Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!” Tevbe 73  

“Ey Peygamber! Allah’tan kork, kafirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır.” Ahzab 1

“Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Halbuki Allah onları kendi ettikleri yüzünden baş aşağı etmiştir. Allah’ın saptırdığını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah’ın saptırdığı kimse için asla (doğruya) yol bulamazsın!” Nisa 88  

Faniliği umursama…

Dünyadaki kıymet ve kuvvetlerinde fani olduğunu asla unutma ki, bakilikle ulaşacağın zafere kavuşabilesin.

İnsanların neredeyse tamamı dünyanın yalan, oyun, oyuncak, aldatma ve eğlence olduğunu; bir saniye sonra gelecek ecelleriyle öleceklerini bildikleri halde heva ve heveslerine kapılarak nefislerine yenik düşebilmeleri ancak kaderlerinin bir tutsağı olmalarından başka bir şey değildir.

Yoksa doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırarak muhakeme yetisine sahip olmak suretiyle aklıyla övünebilen bir insanın bildiklerinin aksine bir düşünce ve davranışta bulunabilmesi mümkün değildir. Ya da görünen veya okunan bir şeyin farklı yorumlarla tarifi mümkün müdür?

Diyelim ki; Allah’a, ahirete, vahye, bakiliğe, yeniden dirilmeye inanmamak; ya da şüphe duyarak agnostik bir kararsızlık içinde olmak dünyanın fani olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyorsa; beklenti ne olabilir ki dünyaya tamah edilebilmektedir?

Beterin daha beterinin yaşandığı dünyada vuku bulan olaylar öyle sayısız ki, sevgi ile nefret; dost ile düşman; barış ile savaş; mutluluk ile dehşet, korku ile güven, huzur ile felaket, kayıp ile kazanç, galibiyet ile yenilginin her çeşidi görülmekte; başa gelen bitmek tükenmez hadiseler birbirlerini aratmaktadırlar. Ancak yine de kötü duruma düşme gerçeğini idrak edemeyen insan, kıyastan kaçınarak ne haline razı olmakta ne de sabrederek daha beterine uğramadığından şükredebilmektedir.

M.Ö 535-475 yılları arasında yaşamış olan filozof  Herakleitos; “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir”.sözü, seküler laik ve demokrat politikacı ve bilim adamları tarafından öyle manipüle edilerek yüzeyselleştirilmiş ve makyajsı bir tadilata indirgenmiştir ki, fıtrat ve kader, iddia edilen bir değişimin olamayacağına apaçık bir kanıttır.

“Benim tek yaptığım, Allah’ın yarattığını insanların kullanabileceği hale getirmek. Bu, Allah’ın eseri, benim değil.” G. W. Carwer

Mümkün olan bir şey, başlı başına bir şeyi yoktan var edemediğinden özdeki bir değişim imkânsızdır. Çünkü o,  kendinin malik olmadığı bir şeyi kendi dışındaki şeylere vermek olanağına sahip değildir. Nasıl ki sıfırdan pozitif bir sayı türetmek mümkün değil ise, mümkün olmayan bir şeyden de yeni bir şey meydana getirmek ya da inisiyatifi bulunmayan bir şeyi dileği doğrultusunda güdebilmek mümkün değildir.

Şöyle ki, her sabah güneş doğar hatta başka başka şekillerde de doğup, her akşam başka başka da batar. Lakin o güneşin başkaca doğup batmış olması hiçbir zaman gerçeğini, diğer bir ifadeyle özünü etkileyip başkalaştırmaz.

Haydi diyelim daha iyi, daha güçlü, daha mutlu, daha zengin, daha refah, daha kalkınmış, daha güvenli, daha yenilmez olabilmek için çabalanılıyorsa; sonunda ölüm yok mu ki, vazgeçilmez bir kıymet taşıyabilsinler?

Hem doğarken ölümle nişanlanacaksın; hem ölümü tanıyabilmek için yaşayacaksın; hem ölmekten yahut öldürülmekten kaçıp kurtulamayacaksın; hem de ecelini ne ileri ne de geri koyabilecek bir bilgiye sahip olamayacaksın; birde kalkıp fani dünyaya meyledip dilediğin değişiklikleri yapmak isteyerek hakkında yazılmış olan kadere meydan okuyacaksın.

Oysa muhakeme yetisi olan bir insan ancak baki olana iman eder. Geri kalan faniliğin ve fanilerin tamamı yalandır; dünyanın cazibesine kapılan insan, faniliğin abartısıyla öyle tükenir ki, bakiliğe inanmış olanlar dahi yontuldukları dipten çıkıp kurtulamazlar.

Bilinmelidir ki, her ne gerekçeyle olursa olsun fani dünya hayatının menfaatlerine odaklanmış ölümlü bir insanın bakiliğin değil de faniliğin peşinde koşarak eğlenceye tav olabilmesi özgür değil kul olduğunun bir kanıtıdır! Aksi hâlde faniye umut bağlar; fanilikten medet umabilir miydi?

“Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar. Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir; (bununla) sadece fani dünya hayatının menfaatini elde edersiniz; sonunda dönüşünüz yine bizedir. O zaman yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz. Yunus 23

“Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise bakidir. Elbette sabırlı davrananlara yapmakta olduklarının en güzeliyle mükafatlarını vereceğiz. Nahl 96

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” Hadid 20

“Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı! Ankebut 64

Hani FETÖ teröründen taviz yoktu…

Sesin ne kadar yanıltıcı olduğu papaz A. Brunson’un cezaevinden tahliyesiyle bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Bataklıktan çıkabilmek için debelenen kimsenin çıkardığı sesler kurtulma çabası olarak algılansa da, o sesin ulumaktan farksız bir çırpınış olduğu zaman içinde anlaşılmaktadır.

Terör örgütleri FETÖ ve PKK adına suç işleyerek casusluk yapan papaz Brunson’un sağlık nedenleri gerekçe gösterilerek eve çıkarılabilmesi hazmedilemez öyle bir yenilgi ve teslimiyettir ki, sözde şahlanan Türkiye’yi bataklığa gömmektir.

Papaz Brunson’un tahliye edilmesiyle ilgili aylardır süren pazarlık ve ABD tehdidi kısmen karşılık bulmuş; dolayısıyla ceberut ABD, eskiden olduğu gibi Türkiye’yi dize getirmiştir. Böylece tellakların değişmiş olması eski hamam eski tas durumunu farklılaştırmamıştır.

Bu sebeple söylenebilecek tek şey, ABD güdümündeki müstemlekeliğe devam ettiğimiz; dolayısıyla ne dünya beşten büyüktür, ne one minute’, ne FETÖ ile mücadele, ne lider Türkiye, ne de İsrail karşıtı sözlerin fiziki yani eylemsel hiçbir yaptırımının olmamış olmasıdır.

Bakın, Brunson’un ev hapsine alınmasıyla ilişkin ABD dışişleri bakanı Mike Pompeo demiş ki, “Karar olumlu ama yeterli değil. Brunson aleyhine güvenilir bir kanıt görmedik.”  

Papaz F. Gülen hakkında da güvenilir bir kanıt görmediğinden yargılanmak üzere Türkiye’ye iade etmeyen ABD değil mi?

Ayrıca hükümette diyordur ki, ancak bu kadarını becerebildik, gerisini CIA’ye bırakarak Hoolywood filmlerinde olduğu gibi kaçırılarak ABD’ye götürülmesi size kalmıştır.

Aslında gerek FETÖ gerek PKK gerekse İsrail terörlerinin bayraktarı ABD ama kendini Allah’a adamış bir devlet ortaya çıkarak hakkettiği yanıtı veremiyor.  Aksi takdirde hak ve adalete karşı savaşan ABD hoyratlığı mümkün olamazdı.

Avrupa Hun İmparatorluğunun hükümdarı Attila der ki;Yüksek Roma duvarlarının, atlarımızın nal sesleriyle yıkılmasını bekleyemeyiz.

Müslüman milletimiz her daim aslan olmuştur ama diplomasi denen sömürgeci çıkarcılık bizi öyle kuşa çevirmiş ki, kıyameti koparacak aslanlığımızla maalesef ABD tutsaklığı yıkılamamıştır. Çünkü verilen yetki ihanete sapmıştır.

Artık amansız FETÖ’cü terörist papaz Brunson’un tahliyesiyle ABD boyundurukluğu altındaki müstemlekeliğimizi kanıtlamış; hapishanelerde yatan diğer FETÖ ve PKK’ı teröristlere de ev hapsi hakkı doğmuştur.

Dolayısıyla ABD zulmüyle kısılan seslerin nara olamaması, para için her şeyi göze alan satılmış ruhlardandır.

“Kalplerinde bir hastalık mı var; yoksa şüphe içinde midirler, yahut Allah ve Resûlünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir!” Nur 50

Atatürk’ten öyle korkuyorlar ki…

Kemalistler bile yanlarında cesur ve dürüst kalmaktadırlar!

Muhakeme yetisi olmayan Safiye İnci adlı bir kadın, Anıtkabire yaptığı ziyarette Atatürk’ü sevmeyip nefret ettiğini; geldiğinden utanıp pişmanlık duyduğunu ve Atatürk’ün, Tayyib’in boku bile olamayacağını ifade etmesi fevkalade iğrenç, bayağı ve adi bir üsluptu.  

Oysa Atatürk, hem hiçbir etkisi olmayan beşeri bir ölü hem de üstün kıldığı Tayyip, Atatürk ilke ve inkılâplarına boyun eğip kendisini devletin tanrılığına oturtmuş bir kişi. Dolayısıyla hiçbir açıdan kıyasları mümkün değil!

Ancak çarşaflı o kadının Atatürk’e galiz hakaretleri söz konusu o çevreyi ürküterek, kadını kerhanede çalışan orospudan daha beter hale getirmelerine sebep oldu. Hele fırıldaklık ve cambazlıkta sınır tanımayan Melih Gökçek adlı bir AKP’li, o kadından farksız bir davranışta bulunarak iftirada öyle ileri gitti ki, başka bir kadının açık fotoğrafını kullanarak aklı sıra aşağılamaya kalkıştı.

Hâlbuki hem kendi karısı hem de partisindeki bakanlar dâhil olmak üzere birçok AKP’li açık ve ifadelerine göre Müslüman değiller mi ki, açık-kapalı üzerinden Atatürk’e yapılan hakareti, aslında açık olan çarşaflı o kadının bir provokatif olduğu algısıyla tahrikçiliğe kalkışabilmiştir. İnançlarına göre sadece çarşaflılar Müslüman ve AKP’li ise, açıklar kimdir ve AKP’de ne işleri vardır? Ayrıca AKP’nin İslam esasları doğrultusunda bir parti olmadığını Başkan Erdoğan beyan etmemiş miydi?  

Öyleyse onlara ne oluyor ki, şerefsizlere ve idrakten yoksunlara mahsus o hakaretlerin örtülü ya da örtüsüz bir kadın tarafından yapılmış olunmasından elem duyabilmekte ve aleyhlerine tertiplenmiş bir komplo olarak görebilmektedirler?  

Atatürk ne yaptıysa diriyken yaptığına göre; öldükten sonra ne yaptırımı olabilmiş ki, Atatürk’ün şahsına, kabrine ve ailesine yüklenilebilinmektedir?

Haydi, o kadını yereceklerine cesaretleri var ise,  Atatürk ilke ve inkılâplarını değiştirsinler!

O kadının ifadelerinden anlaşıldığına göre bir AKP seçmeni! Oysa CHP’liler çarşafları sokak ortasında paramparça yaparlarken ve Peygamber Efendimize akıl alma hakaretler düzerken partilerinden hiçbir tepki almamışlardı.

Arkadaş! Atatürk’e devletin mülkiyetini veren iktidarlar değil midir? Atatürk’ü devletin başına tanrı olarak oturtan onlar değil midir? Atatürk ilkelerine bağlılık yemini ederek izinden giden onlar değil midir? Atatürk’ün kabri başında kıyama duran, mozolesine çelenk bırakırken rükûa varan iktidarlar değil midir? Atatürk’ün anıt defterine yolunda ilerleyeceğine dair sözler veren Başkan Erdoğan gibi hükümetler değil midir? Mahkeme salonlarında dahi Atatürk ilkeleri doğrultusunda muhakemeleşmeyi meşrulaştıran onlar değil midir?

İslam karşıtı Kemalistler ve solcular ile sözde İslam lehtarı muhafazakâr demokratlar ve kimlik Müslümanların paydaşları nedir bilir misiniz; taktıkları Atatürk maskelerdir. Yoksa hiçbiri Atatürk’ü umursamamakta; nefsi çıkarları uğruna kullandıkları Atatürk’ün de onların ne sevgi ne de nefretlerini umursamadığı muhakkaktır.

Böylece bir ölünün dirileri nasıl korkuttuğu Atatürk Türkiye’sinde öyle aşikâr ki, yaratıcı Allah’a şirk koşmaktan korkmayanların nasıl münafık oldukları kanıtlarıyla ortadadır.

Zamanında Atatürk’e karşı ölümüne direniş göstermeyenler nasıl riyakârlar ise, aradan yüz yıl geçmesine rağmen Atatürk ilkelerine boyun eğmiş olanlarda aynıdır!  Bu sebeple gerek hükümet gerekse destekçileri Atatürk’ü eleştirmek yerine münafıklıklarını sorgulamalılar; nasıl sözde iman ettikleri Allah’ın ilkelerine kayıtsız-şartsız itaatleri emrolunmuşken; ölü bir beşer olan Atatürk ilkelerine bağlılıklarını yanıltlamalılardır.

Evet; ‘Atatürk, Tayyip’in boku olamaz’ diyen Safiye İnci adlı salak kadın en ağır cezaya çarptırılmalı ve aynı düşüncede olanlarda, Tayyip’in, Atatürk güdümünde devlet başkanlığı yaptığını; ilke ve inkılâplarına yemin etmeden değil başkanlık, devletin kapısından bile içeri giremeyeceğini öğrenmelilerdir. Dolayısıyla Allah’ın ilkelerini, diğer bir ifadeyle ayetlerini satan asla övülemez…    

 “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” Maide 35

 Allah buyurdu ki: İki tanrı edinmeyin! O ancak bir Tanrı’dır. O halde yalnız benden korkun!” Nahlı 51

İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korksun.” Al-i İnran 175

“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.” Maide 105  

“Kahrolası insan! Ne de nankör!”

Fıtratına müdahale edilemeyen insana karşı yapılabilecek yegâne şey sert bir müdahale, savaş ve sabırdır.

Demokratik düşünceyle nefse sürdürülen hüküm ile toplumlara yaratıcı Allah’ın indirdiği iyiyi ve doğruyu, hakkı ve adaleti kabul ettirebilmek imkânsızdır. Yalnızca çıkara odaklı nefsin kendinden başkasını elem edinebilmesi mümkün olmadığından nankörlük ve ihanette sınır tanınmamakta; ancak haksızlık ve adaletsizlikler gözyaşı ve üzüntüyle geçiştirilmektedir.

Yıllar önce bir belgeselde izlediğim 40 kadını öldüren ABD’li idamlık bir mahkûmun yargılandığı mahkeme öyle ibretlikti ki, insan gerçeğini özetlemekteydi.

Amerika’da 40’ın üzerindeki kadına önce tecavüz edip sonra öldüren azılı bir caninin mahkemedeki duruşması, gerçekte nasıl fıtratsal bir yaratık olunduğunu ispatlıyordu. Öldürülen kadınların onlarca yakını mahkeme salonunda caniyi suçluyor; beddualar yağdırıyor, tehditler savuruyor, kendisini dilimleyerek doğramaktan haz duyacaklarını, işkenceler altında yavaşça öldürmek istediklerini; vücudunu parçalarken tadacakları zevki iştahla anlatıyorlardı.

Mahkûm sandalyesinde mağdur yakınlarını dinleyen katil, öylesine masum ve anlamlı bir ifadeyle kendilerine bakıyordu ki, gözlerinden akan yaşlarla caniliğini örtbas edici bir pişmanlığı yansıtıyordu. 

İşte haksızlık ve adaletsizlik karşısında müdahalede bulunmayan insanlarda o caniden farksızdırlar. Dolayısıyla akıtılan gözyaşları, çekilen üzüntüler, gösterilen tepkiler, o caninin hisleriyle aynıdır.  

Neredeyse herkesin benliğine çalıştığı bir dünyada insaniyet, barış, hak ve adalet argümanları tamamen aldatmaca olup, ancak kendini yaratıcı Allah’a adayıp dünyayı ahiret karşılığı satanlar nefislerini düşünmezler.

Ne var ki, gerek kendilerine gerekse Allah’a ihanet eden nankör hain ve münafıkların direnişe, diğer bir ifadeyle cihada karşı çıkan düşünceleri haksızlıklara cüretkârlık kazandırıp caniliği öyle meşrulaştırmış ki,  barbarlara ahkâm kestirmiştir.

Neymiş; terör devleti İsrail, yahudi ulus devleti kuran bir yasayla yahudi devleti olduğunu ilan etmiş; dolayısıyla tek resmi dilinin İbranice, başkentinin Kudüs; dünyadaki tüm yahudilerin İsrail topraklarına yerleşebileceğini; hukukta Tevrat’ın kullanılacağını zapt altına almış.

Sonunda Filistin silinip süpürüldü! Böylece Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa da yahudilerin mülkü haline geldi.

Yahudi İsrail, yahudi ulus devleti kurmayacaktı da, İslam devleti yahut seküler-laik bir devlet mi kuracaktı ki, müdahale etmek yerine çığırtmakla yetiniliyor? Zaten İsrail’e söz konusu yahudi devleti kurmasına cesaret veren başta Filistinliler olmak üzere o çığırtkanlar ve sessiz kalmak suretiyle ruhlarını satanlar değil midir? Dolayısıyla ABD müttefiklerinin İsrail’e tepkileri, Müslümanların cihadlarını engellemekten başka bir şey değildir.

Öyle ki, ülkelerin ve toplumların güvencesi olan BM, haçlı-siyonist güdümündeki İslam karşıtı öyle skandal bir kurumdur ki, İsrail ordusunun abluka altına alarak savaş uçakları, tank ve toplarla düzenlediği saldırılara mani olucu bir yaptırım uygulamak yerine itidal çağrısında bulunarak, Filistinlilerin bilmukabelede bulunarak İsraillilere karşı savaşmamasını isteyebilmektedir. Gerçi bugüne değin hep aynı teranelerle yahudilerin yaptıkları yanlarına kâr kalarak Filistin Halkı dilencilikten öteye gidemedi.  

Zaten yıllardır İsrail’i o topraklarda yaşatan ve savaşmak yerine hüküm sürmesini sağlayan Filistinliler ve münafık ülkelerdir. Oysa Müslüman için şehit olmak yerine şerefsizce yaşamak zilletin ta kendisidir. Lakin haçlı-siyonist güdümündeki küresel seküler-laik ve demokratik düzenin Müslüman toplumları nasıl tahakküm altına aldığı Filistin ve diğer gerçeklerle kanıtlıdır.  

Cihad ehli IŞİD, Hamas’a teklif götürerek birlikte İsrail’e karşı savaşmayı önermiş ama Hamas,, IŞİD’in bir terör örgütü olduğunu ileri sürerek reddetmişti.

Ya İsrail Parlamentosundaki yaklaşık 13 kişi olan Filistinli milletvekillerine ne demeli biliyor musunuz; şerefsizler!

Hani demokrasi; hani uluslararası hukuk; hakların egemenlik hakları; hani dil, düşünce ve ifade özgürlüğü; hani BM ve güvenlik konseyi!

Aslında İsrail’in kurduğu yahudi ulus devleti, diğer Müslüman ülkelere örnek olmalı; demokrasi manipülasyonundan vazgeçip hak ve adaletin ta kendisi olan İslam devletleriyle farklı din, dil ve ırkta olanlara insaniyetlik tanımalıdırlar. Hıristiyanlarında AB çatısı altında birleşerek kendilerini soyutladıkları unutulmamalıdır.    

Cihad, hıristiyan ve yahudi uygarlıkları için nasıl bir şer ise; Müslümanlar için de hem dünya hem de ahirette o denli bir hayır ve kurtuluştur.

Peki, İslam kimliğine bürünmüş sözde Müslümanların cihad emrinden korkup kaçabilmeleri, onların Müslüman değil münafık olduklarını kanıtlamaktadır. Allah’ın en sevdiği amel olan cihaddan, hele de şehit olmaktan hiçbir Müslüman kaçmaz! Ki, onlarında tıpkı kâfirler gibi cihadı şer görmeleri, hak ve adil düzen olan şeriattan korkmalarındandır.  

Hıristiyan, yahudi ve sözde Müslüman toplum iktidarlarının ittifak kurarak cihada karşı oluşturdukları haçlı-siyonist birliktelikleri geçmişte olduğu gibi günümüzde de hedefine ulaşamayacak, Allah’ın inayetiyle şehadete koşan Müslümanların tüm yeryüzünde hakkı ve adaleti egemen kılabilmek için azgınları silip süpüreceği muhakkaktır.

Dolayısıyla tıpkı rüzgârın savurduğu çerçöp misali darmadağın olacakları yakındır. Çünkü Allah nezdinde bir gün, dünyada sayılmakta olunan bin yıl kadardır.

“Kahrolası insan! Ne de nankör!” Abese 17

 “Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” A’raf 179

(0 münafıklar) mutlaka sizden olduklarına dair Allah’a yemin ederler. Halbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar korkan bir toplumdur.” Tevbe 56

“Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Hâlbuki Allah onları kendi ettikleri yüzünden baş aşağı etmiştir. Allah’ın saptırdığını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah’ın saptırdığı kimse için asla (doğruya) yol bulamazsın!”  Nisa 88

(Resulüm!) Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vadinden asla dönmez. Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” Hac 47