Posts Tagged ‘ savaştan kaçılamaz ’

Savaştan korkup kaçan Müslüman değildir!

Savaştan kaçmak, ölümden yani ahirete göç etmekten kaçmak istemektir ki, apaçık bir küfür yani şirktir. Oysa kimi ölüm, savaştan öyle bin beterdir ki, kıyasları dahi mümkün değildir. Lakin savaştan kaçan insan, dinledikleri veya öğrendiklerini gerçeğin eleğinden geçirmemesinden dolayı hayatı nefsi hezeyanlarıyla izlemekte;  kaçamadığı ölümü hesap edememesinden ötürü fani dünya uğruna şerefsizlikle yaftalanabilmektedir.  

Allah’ın iradesine kayıtsız-şartsız bağlılık olan İslam, yaratıcı Allah’ın dışında hiçbir güçten korkmamayı ve mücadeleden sakınmamayı emreder.  

Al-i İmran 175 ayetinde; “Eğer iman etmiş kimseler iseniz şeytan ve dostlarından korkmayın” hükmüyle imanın temel şartı ortaya konmuş, dolayısıyla iman ölçüsünün herhangi bir beşeri güçten korkulmayarak Allah’a ortak koşulmaması zapt altına alınmıştır.

İslam’ı, dünya menfaatleriyle özdeşleştirerek materyalistleştiren ve hümanistleştiren din bilginleri, Allah ayetlerine fiyat etiketi koymak suretiyle mal ve candan üstün tutarak, nefsi bir ‘barış ve kardeşlik’ gibi vahiy karşıtı bir düşünceyle devşirmişlerdir. Barış ve kardeşliği İslam’ın kriterlerine göre değil de seküler odaklı hümanite anlayışıyla inşa etmelerinden İslam, egemen bir rejim ve siyasi düzen olmaktan çıkarılmış, kültürel ve teolojisel bir ibadete dönüştürülmüştür.

Müslümanlıkla şereflenilmemenin asıl sorunu; beşere ruhen değil bedenen kucak açılmış olmasındandır. Bundan dolayı Müslümanlar bedeller ödemekte ve ödemeye devam ederek tıpkı ateşin çeliği eritmesi misali lav olup haçlı-siyonist tezgâhlarında dövülmektedirler. Dolayısıyla kendine karşı derin bir inanç taşımayan sözde Müslüman, yaratıcısı Allah’a karşıda taşımadığından nefsine mağlup olmanın zilletine mahkûm olmaktadır. .

Kuralları Allah ve Resulü yerine beşeri güçlerin koyması vahiy dışı fetvaları doğurmuş, böylece yeryüzünde bir fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar her Müslüman’ın yapması zaruri olan mücadelenin önüne geçilmiştir.

Müslümanların yüce kitaplarını açıp okuyarak Allah’ın ayetlerini öğrenmekten üşenmeleri gaflet batağında boğulmalarına ve İslam adına ahkâm kesen oportünistlerin avları olmalarına sebebiyet vermiştir. Zulüm ve küfür karşısında korkularından veya nefsi çıkarlarından hiçbir şey yapmayıp ağızlarından mırıldandıkları dualarla üzerlerindeki zilleti kaldırabilecekleri hezeyanları, neden süründüklerine kanıttır. Oysa Allah, onlardan korkulmayıp savaşılmasını, böylece Müslümanların elleriyle cezalandırılmalarını, rezil edilmelerini ve galip kılınarak kalplerin ferahlatılacağını buyurmuş ama sözde Müslümanlar, sanki kendileri tanrı, Allah’ta kullarıymış gibi ölüm ve felaket korkusuyla mücadeleden kaçınmışlar; böylece yardıma kavuşabileceklerini düşünmüşlerdir.

Cihad yahut savaşın İslam’la bağdaşmadığı, zulme ve batıla karşı cengin insanlığa ve barışa karşı işlenmiş bir suç olduğu kanaatiyle Allah yolunda savaşan müminleri kınayarak teröristlikle yaftalamışlar ve Müslümanların nezdinde aşağılatmışlardır.

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.” Maide 54  

Hâlbuki İslam karşıtı azgınların karşısına onurlu ve zorlu bir Müslüman toplumunun çıkmasını önlemelerinden günümüze değin ezilen, sömürülen, horlanan ve hakirliğe mahkûm kılınan yaklaşık 2 milyarlık bir toplumun sorumlusu Allah değil, vahyin emrettiği doğrultuda iman edilmemesindendir.     

Sadece namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hacca gitmekle Allah rızasının kazanılacağının vaaz edilmesinden inananlar, müşriklerin boyundurukları altına tutsak edilmiştir.

“Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah’tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da “Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?” dediler. Onlara de ki: “Dünya menfaati önemsizdir, Allah’tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez.” Nisa 77

Bir taraftan cennetin ebedi saadetinden bahsederler, diğer taraftan ölmemek için nasıl kaçıp saklanacaklarını hesap ederler. Madem cennet eşsiz bir hayat, neden geçici bir dünya menfaati için ahirete kavuşmaktan sakınılıyor?

İman etmiş bir Müslüman, Allah ve Resulüne savaş açmış azgınlara karşı sert davranmalıdır. Ülkesine, anasına, babasına, eşine, çocuğuna ve kardeşine hasım bir kimseye hoşgörüyle davranmayıp her türlü bedeli ödemeye göze alarak mücadele edilebiliyor ama Allah, Resulü ve İslam daha az sevgili bulunup umursanmıyor.

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” Tevbe 24   

Ölümden, işkenceden, hapsedilmekten ve makamını yitirebilecekleri korkularından Allah’ın ayetlerini az bir bedel karşılığı satanlar, özlerinde iman etmemiş fasıklar olmalarından, aslında tıpkı ateistler gibi tekrar dirilecekleri güne yani ahirete iman etmemiş şüpheci agnostiklerdir. Eğer inandıklarını imanlarıyla kanıtlamış olsalardı; ölümden veya savaştan yahut Allah’a rağmen herhangi bir beşerden korkarlar mıydı?

Eğer ölümden ve savaştan korkuyorsanız; Allah’a, Resulüne, Kur’an’ı Kerim’e, ahirete ve tekrar dirileceğiniz güne iman eden bir Müslüman olmadığınız aşikârdır. Ancak dünya hayatını ahiret hayatına tercih edenler savaştan ve ölümden korkanlardır!   

“(Resulüm!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir.” Ahzab 16

“O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” Nisa 74

“Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.” Tevbe 14

Gücün kanıtı savaş…

Zayıflığın kanıtı ise barıştır!

Savaşı bilmeyen barışı bilemez, dolayısıyla savaş istemeyen barıştan da yana değildir; bu sebeple savaşa öyle koşulmalıdır ki, insanlık onur ve şerefi, hak ve adalet için batılın yani şerrin hükmü altında olmayan bir barış gelebilsin.  

İnsanoğlu yaratıldığından itibaren savaştan asla kaçamamış, büyük bir çoğunluğu barış adını verdiği korkaklığının doğurduğu zilletsi tutsaklığı kazanç saymasından savaşma cüretini göstermek yerine katledilip yok olmaktan kurtulamamıştır.

Var olabilmek için ruh ile beden nasıl ayrılamaz bir bütün ise, barış ile savaşta öyledir. Barış isteyebilecek kadar savaşa hazır olmayanın barıştan kastı adil bir hak gütmek, tartışılmaz değerlerini üstün kılmak yahut bağımsızlık değil, nefsinin keyfiyeti için güçlünün müstemlekesi altında kalmaya razı olmaktır.

Bir toplumun savaşı isteyip istememesinin bağlayıcı iradesel hiçbir yaptırımı yoktur. Çünkü dünyaya gelmekle birlikte başlayan savaşı durdurabilmek mümkün değildir. Ancak kötülük tamamen engellenir, nefisler dizginlenir, hırslar bastırılır, azgın benliklere zincir vurulabilir ve Allah’ın hükmettiği Kur’an anayasa olursa; değil savaş, en adi suçlar dahi ortadan kalkar.

Ne var ki, hak ile batılın üstünlük adına kıyasıya mücadele ettiği bir dünyada kıyamete kadar savaş bitmeyecek ve iyinin barışa kavuşabilmesi için savaş, tıpkı su ve gıda misali kaçınılmaz bulunabilinirse, barış ve insanlığa ulaşılabilecektir.

Savaş, oruçtan farksızdır; peki barış nedir diye soracak olursanız, oruç ardından açılan iftar gibidir!

Yaratıcı Allah’ın, hem Tevrat hem İncil hem de Kur’an’ı Kerim’de savaşı emreden hüküBuyurdu ki: Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm. mleri dikkate alındığında, kötülüğün yani batıllığın savaşsız önlenemeyeceğini ortaya koymaktadır. Yoksa merhamet sahibi Allah, yarattığı kullarının ölmelerini, öldürülmelerini yahut mahvı perişan olmalarını ister mi? Lakin doğrunun, iyiliğin, hak ve adaletin hâkim olabilmesi ve cennet gibi bir âlemin hak edilebilmesi için şeytana yani batıllığa karşı savaşı zaruri kılmıştır.

“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” Tevbe 111

“Cennet, kılıçların gölgesi altındadır.” Hz. Muhammed (s.a.v)

Kendisi için insanı yaratan Allah’a karşı nefsi hiçbir düşünce, duygu, davranış ve amele izin ve kıymet verilmemiştir. Velev ki, yaşamı boyunca ne kadar iyilik ve insaniyet için yararlı işler yapmış olsa da! Kimin adına, kimin rızasını kazanmak ve memnun edebilmek için!

Ancak ve ancak Allah için verilen canlar, yapılan savaşlar, çekilen eziyetler, gösterilen sabırlar, hizmetler ve yardımlar ziyadesiyle karşılık bulup mükâfata duçar olur. Aksi takdir de vatan, millet, devlet, ulus, ganimet, toprak, ırk ve beşer gibi şeyler batıldır ve Allah nezdinde hiçbir değere tabi tutulmayacağı gibi büsbütün küfre götürmektedir. Dolayısıyla Allah adına olmayan değerlerin tamamı şeytan yani nefis adınadır.

Dünyanın birçok yerinde hor ve hakir davranılan sözde Müslüman toplumların zulüm altında yaşadıkları yakarışı, iman etmiş mümine yaraşır bir sürünme ve alçalma değildir. Müslüman’ın var olabilmek için savaşmaktan başka hiçbir çaresi ve yolu da yoktur. Bu sebeple zulme uğrayanlar ve batılın ayakları altında ezilenler Müslüman değillerdir.

Güya rab olarak iman ettikleri Allah’a karşı öyle güvensizlik içindedirler ki, Allah’tan başka güçlere hatta kendilerine zulmeden, fitneye boğan, savaş açan batıl kuvvetlerden dahi medet umarak dilenebilen Müslüman olabilir mi? Sonra da Allah’tan yardım ve destek beklemek bambaşka trajedi! Dolayısıyla Allah’ın hükümleri apaçık ortadayken, hayvanlardan da daha aşağı mahlûklar gibi itilip kakılacaklar ya da zalimlerin zulümlerine ve esaretlerine sessiz kalacaklarına savaşsalar ya! Ama iman, kulağı aşıp da kalbe inmemiş ise, cesur olabilmeleri ve savaşabilmeleri mümkün değildir.     

“Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.” Tevbe 14

Allah’tan daha güçlü bir varlık olmadığına göre; nasıl olurda Müslüman, batıl güçlerden korkabilir ve savaşmaktan kaçınabilir? Önemli olan galibiyet ya da mağlubiyet değil, Allah’ın emrettiği vazifeyi yerine getirmektir. Ki, şehadete ve ahirete nasıl iman etmişler ki, sanki başka bir sebepten ölmeyip dünyada kalacaklarmış gibi münafıklıkta sınır tanımıyorlar. Dolayısıyla Müslüman sanılan o toplumların dostu Allah değil, şeytan olduğu ortaya çıkıyor ki, korkudan boyun eğebiliyorlar.     

“İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” Al-i İmran 175

“Buyurdu ki: Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm.” Ta-Ha 42

Müslümanlıkla şereflendirilmiş iman ehli, haksızlık ve adaletsizliklere karşı batılın gücü, kuvveti, etkisi, silahı ve sayısı ne olursa olsun tereddüt etmeksizin göğsünü siper etmekte zerre kadar tereddüt duymaz; Müslüman kimlik taşıyan maskeliler ise çeşitli gerekçe ve bahanelere sığınarak, kökü olmayan pis bir ağaç misali zillet içinde ayakta durmaya çalışır.   

“Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” Al-i İmran 142

Türkiye’deki gibi; “analar ağlamasın, gençler ölmesin” devlet politikası, iyi ile kötüyü eşdeğer ve kardeş tutan hümanist güdümlü öyle pespaye, aciz ve teslimiyetçi bir anlayıştır ki, artık o devletin ziyanını engelleyebilecek bir çözüm kalmamıştır. Ki, bu yüzden PKK/HDP denen iblis güruhu meydan okumuyor mu? İçerisindeki teröre caydırıcı olamayan devlet, yabancı düşmanlarına karşı yaptırım uygulayabilir mi?