Posts Tagged ‘ bilim ne işe yarıyor ’

Egemen ve çağdaş insana depremden korkmak yaraşır mı?

Hani insan; özgür iradesi, üstün aklı, bilimsel yaratıcılığı, kadere meydan okuyan tedbiri, musibetleri engelleme gücü, ufkun ötesini görme bilgeliği, tehlikeleri bertaraf etme dirayeti, yeryüzünde hüküm sürme bağımsızlığı, mutlak bir teknolojiye sahipti; neden birkaç saniyelik sallantıda panikten korktuğu depremin dokundurmadığı zararı kendine verebilmektedir?

Oysa bilimleri, teknolojileri, yenilmez iktidarları, övündükleri teorileri, güvenceleri, öncesini haber veren istihbaratı kaynakları, akademik bilginleri, icatları, yer altı ve gökyüzünde gözleri ve gözlemleri, her şeyi gözetleme ve takip etmeleri, üstesinden gelemeyecekleri vaatleri, tedbirsel güçleri vardı!

Ama görülüyor ki, ilk çağdaki insanların depremle karşılaşmaları sırasındaki korkuları, panikleri, feryatları, intihar edercesine kaçışları, sığınacak yer arayışları, ölümleri nasıl ise, gelişmişlikle övünülen bugünde devam edebilmektedir. Öyleyse nerede o yaratıcı bilim, teknoloji, çağdaşlık, aydınlık, iktidarlık ve güven? Bu durumda günümüz çağdaş insanların, çağdışı addedilen insanlardan ne farkı vardır?

Allah’a meydan okuyan insanın basit bir sallantıdan dolayı korkup kaçması; nasıl bir bilim, çağdaşlık, aydınlık, teknoloji ve tedbirle izah edilebilir? Allah’tan değil de salıncağından ürpererek kurtulabilme amacıyla kendini camlardan aşağı atabilen, evlerini terk ederek sokaklara dökülen insanlar; neylerine güvenerek ‘ben’ diyebilmekteydiler?

Meydana gelen hafif bir depremle insanların endişe içindeki düşünce ve davranışlarının ilk çağdaki toplumlardan daha beter oldukları aşikârdır. Öyleyse maddede yapılan değişimler ruhta başarılamamış ise; övünülen ve tanrılaştırılan bilim ve teknoloji ne işe yaramaktadır? Korku, kaygı, yaralanma, ölüm, yıkım, tehlike ve dehşetlerle ilgili ruhlara güven ve engelleyici tedbirlerle itimat sağlanamamış ise, insana ne verilmiştir? Ancak sekülerist anlayışa göre insan da maddeden ibaret görülmesinden madde misali süslemenin kâfi olduğu düşünülse de, maddede olmayan akıl ve duygular yalanlarını kanıtlamaktadır.

İlk insan Hz. Âdem devrinde insanın hisleri ne ise, bugünde aynıdır. Öyleyse geliştirilen, değiştirilen ve dönüştürülen nedir? Düşünebiliyor musun; salıncakta sallanıyor; kayığa yahut gemiye biniyor; otomobille, otobüsle, trenle ya da uçakla seyahat ederek sallanıyor ama depremin sallamasından korkuyor? Oysa onların sallamasından oturduğun binanın sallanmasının ne farkı vardır? Diyorsun ki, bina yıkılırsa ölürüm; peki, içinde bulunduğun araçlar kaza yapınca sağ mı kalıyorsun? Ya 5-6-7 şiddetinde değil de 8-9-10 şiddetinde bir deprem olursa ne yapacaksın? Kurtulabilmek ümidiyle kaçtığın yerin yarılarak içine düşmeyeceğin ya da kurtulmakla sevinirken bir tuğlanın başına düşerek ölmeyeceğin ile ilgili bir teminatın mı var? Hani Allah’a karşı ‘ben’ diyerek böbürlenmek suretiyle yazgısına ve hükümlerine itaati gericilikle aşağılıyordun? Hani ‘ben’ bilirim diyordun? Hani kaderini kendin tayin ediyordun? Hani Mutlak İrade’ye karşı aklını ve iradeni üstün tutuyordun? Hani bilim her şeyin üstesinden gelir diyordun?

Asıl trajikomik olan ise, deprem sonrası ortaya çıkarak bilim adına günlerce yorum yapan şu deprem uzmanları ya da yerbilimcileridir. Depremin zamanını ve olabilecek etkisini bilmezler, depremi durduramazlar, gücünü azaltamazlar, önleyici tedbirler alamazlar, olası zararlarını engelleyemezler, sismik dalgalara müdahale edemezler, yerküreyi denetim altına alamazlar ama her şey olup bitip felaketler yaşandıktan sonra kamuoyunun karşısına geçerek, öğrencilerine ders anlatıyorlarmış gibi teorik bilgiler verirler. Oysa öncesinde depremin oluşturduğu aktiviteleri, levhanın gerilmesini ve oluşan basıncı engellemeleri gerekmez midir? Hani biliyorlar ya!

Aslında bilim, ne olduğunu insanoğluna öğretiyor ama insan, yaratıcıya galebe çalabilmek için gerçeği kabullenmiyor. Bilim, doğruya erişmenin neredeyse imkânsız olduğunu ve ulaşılıp ulaşılamayacağı konusunda hiçbir zaman emin olmayıp sadece tahminle yetindiğini itiraf ediyor.

Daha anlaşılabilir açık bir anlatımla; bilim, örneğin yıldırımın taşıdığı negatif veya pozitif iyonlardan bahsederek çarpması sonucu meydana gelen büyük zararları ve ölümleri engelleyebilmek için paratoneri (yıldırım önleyici) keşfetmiş ama mutlak bir denetim gücünü sağlayamamıştır. Günümüzde dahi uçaklara, diğer taşıtlara, kentlere ve insanlara yıldırım isabet ederek ölümler, yangınlar, kazalar ve yıkımlar oluşabilmektedir. Dolayısıyla bilgi sahibi olmak çözüm değildir. Ya da 18. Yüzyılda madenlerdeki grizu patlamalarını önlemek maksadıyla keşfedilen “faraday cage”, aradan yüzyıllar geçmesine rağmen o kadar geliştirilmesine ve yüzlerce tedbir alınmasına rağmen grizu patlamalarına son verilebilmiş midir? Bilginin mutlak bir yaptırımı yok ise, o bilgi heybesinde yüzlerce kitap taşıyan merkepten farksızdır.

Asıl cahil ya da sefil kimdir bilir misiniz; bilgisinin yahut iktidarlığının karşılığını ortaya koyamayandır. Madem bilim, teknoloji ve yasalarla her şeyin üstesinden gelinebiliyor, belirsizlikler giderilebiliyor, gözetleniyor ve takip edilebiliyor; neden olumsuzluklardan, kötülüklerden, savaşlardan ve felaketlerden korunamıyor?

Dolayısıyla her sözünün fiiliyatta karşılığı olana mı, yoksa söylediği ya da bildiği halde yaptırımı olmayanlara mı güvenmelidir?

“Biz, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz sadece “Ol” dememizdir. Hemen oluverir.” Nahl 40